24 Ağustos 2011 Çarşamba

Görgüsüzlüğün Son Noktası ?!


Ortaokulda, lisede okuyan çocuklar hep yarışırlar. Hepsi marka giymek ister, hepsi en pahalı telefonu kullanmak ister. Annelerini-Babalarını bıktırırlar.

O dönem kaliteli bir tişörtün, kazağın ense etiketi kopar. Ne hikmetse enseden fırlardı: Levi's!

Yeni spor ayakkabı alınmışsa herkese gösterilirdi. Fiyatı sorulmasa bile söylenirdi. Çocuktuk ve eğrisel olarak bu görgüsüzlüğümüzü azaltacaktık. Bunun ayıp, olduğunu anlayabilecek düzeyde değildik.

Bir teenagerın çok basit bir kriteri vardır: Kumaşı, malzemesi kalitesiz bile olsun ama marka olsun. Zamanla bunu yeniyorsun. En sevdiğin kravatları CK yapıyor ama gidip adı bilinmedik bir markaın gömleklerini de giyebiliyorsun. Slim-Fit ve süper kesimi var çünkü. Bu noktaya ulaştığında bazı insanların görgüsüzlüğü ve kültürsüzlüğü maalesef gözüne artık daha çok batıyor!

Geçenlerde işyerinde az biraz samimi olduğum bir kişiyle yaşadığım diyalogdan küçük bir kesit:

(Sıcak bir yaz günü)
-Mmm gömleğin biraz kalın değil mi. Terlemiyor musun?

-Hı yok. XXX'ten aldım bunu (Belki alınmaca olur diye markayı XXX diye sembolize ettim)
[Sol göğüste XXX yazıyor evet. Hayatta sevmediğim. Daha bu yaşıma kadar mağazasına bir kere bile girmediğim bir markadır. Klasik yaşlı amca markalarından biri olarak düşünürüm. Bunu giyen genç biri bana kalırsa asla iyi giyiniyorum dememeli. Hatta bazıları bu markayı gerçekten iyi bir marka sanıyorlar. Bu hepsinden kötü. Tamamen hype!)

Devam edeyim...
-??? Ama kalı...
-Yok terletmiyor. XXX'ten aldım. 70 liraya
-???

30 yaşında bir adam hala "70 liraya marka gömlek aldım" diye arkadaşına hava atmanın peşinde. Ben görgüsüzlük dedim. Sen ne dersen de. Ne desen yine bir şeyler eksik kalır...



21 Ağustos 2011 Pazar

Apocalypse Now: Kötü Komşu Çilesi ?!

Hayatımız boyunca aile olarak kötü komşulardan hep çektik. Hep antikalar da bize geldi doğrusu...


ÇEŞİT ÇEŞİT KOMŞU

Kömürlüğünde altın saklayan bile vardı: Kömürlüğün ana kapısının anahtarını ondan isteyip, öyle girebiliyorduk. Bir gün babam dellendi keserle kapıyı kırdı :))

Eşi halde manavlık yapan bir kadın gün aşırı bize limon istemeye gelirdi. Garip annem de bir şey diyemez verirdi. Delirirdim! 

Para gidecek diye kombisini çalıştırmayıp, kaçak elektrik hattı çekip tek odada gecekondu style yaşayan zengin bir komşumuz vardı. Adam dükkanında 20 işçi çalıştırırdı ama biz elektriğe ve ısınmaya ayda 300 lira verirken. O hepsine 30 lira verirdi. 

*********************************************

RAHATLIKTA SON NOKTA

Ama şimdi bunların hiçbirinden bahsetmiycem. En son taşınan alt komşumuz aileden bahsedicem. Kendilerinin "Simit Sarayı" tarzında bir dükkanları var. Hemen bizim eve yürüyerek 1-2 dakikalık bir mesafede. Çok iyi de iş yapıyor adamlar ha!

Ama biz bunlara bir şey öğretemedik: Apartman dış kapısının anahtarını yaptırmayı! Yok. Adamlar otomatik kapanan bu dış kapının anahtarını yapmıyorlar. Bütün apartman seferber olduk. Gene yaptıramadık!



4 kişiler. Anne-Baba ve üniversiteye giden 2 çocuk. Evde oturuyorum zil çalıyor. Kapıya çıkıyorum. Kimse yok? İlk başlarda saf gibi harbiden bize birisi geldi sanıyordum. Yok bize gelmiyormuşlar. Alt komşu basıyormuş aşağıdan bizim zile. Biz de enayi gibi basıp açıyoruz. O da normal bir şekilde evine giriyor.

Yalnız bu olayın herhangi bir saati yok. Sabah 7. Öğlen 1. Gece 11. Sabaha karşı 4. Farketmiyor hiç. Keyfekeder basıyorlar bütün zillere kim açarsa. Yahu siz nasıl insanlarsınız. Kaç defa haşladık, azarladık size. Hiç utanmadılar. Resmen köle gibi kullsanılıyoruz. Rahatsız ediliyoruz. Bıktırdılar adiler.

*********************************************

Bir pazar gecesi evde oturuyorum. 23.00 suları. Zil çaldı. "Bu alttaki şerefsizlerdir. Pazar günü bu saatte kim gelir lan!" dedim. İnat değil mi, açmadım kapıyı! 

Bir daha çaldı. Açmadım.
Bir daha çaldı. Açmadım.
Bir daha...
Bir daha...

Zil 15 dakika boyunca aralıklı olarak 15 kez filan çaldı. Apartmanda da yaşlılar oturuyor. "Ölüm kalım olabilir. Ambulans gelmiş olabilir. Bu kadar da rahatlık olmaz. Gidip kapıyı açayım bari" dedim. Kapıyı açtığımda karşımda kim vardı dersiniz ??? :)))

Evet onlardan biri vardı. Addams Family üyelerinden biri. Teyze vardı :))


Şok oldum!"Manyak mısın kadın. Gece gece zile basıyorsun. Defol git. Delirtme beni" desem; haklıyım. O derece. Başını gariban gibi hafif eğdi. "Ya bizim evin anahtarını dükkanda unutmuşum. Bir telefon açabilir miyim sizin evden. Anahtarı getirsinler" dedi. Dükkan yürüyerek; benim adımımla 60 saniyelik bir mesafede. Kadın o kadarcık mesafeyi gitmiyor. Gecenin yarısı bizi rahatsız ediyor. Olaya bak :))

Bir şey desek; annem hemen kızıyor: "Ya insanlarla kötü oluyorsunuz. Apartman şurası, iyi geçinin" filan. Bana kalsa terlikle kovalıycam. Öyle kızdım :))

Kadın girdi. Telefonda bir görüşme yaptı. Ben de o esnada televizyona bakıyorum. Kadın görüşmesini bitirdi. Önüme gelip, "borcumuz kaç lira" dedi. Sanki kontörlü telefon. Sanki büfe işletiyoruz.

Borcun yok teyze deyince, öyle sevindi ki. Kozasını delen bir kelebek gibi uçarak indi merdivenleri :))

Az önce eve girerken alt komşunun perdelerini göremedim. Cama yanaşıp içeri baktım. Evet. Evi boşaltıp, gitmişlerdi. Bir sevinçle geldim bu yazıyı yazdım. Yerine gelecek olan daha kötü komşulara kadar şimdilik asayiş berkemal...

16 Ağustos 2011 Salı

Bir Fast Food Çalışanının Maceraları


Sene 1999'du. Tam da depremin olmasına 2 ay kala. Üniversite sonuçları belli olmuştu. Yaz dönemini çalışarak değerlendirmek istiyordum. İş arıyorum. "Çalışanına en insanca muameleyi bu köklü firmalar yapar" diye düşünüyordum. Yabancı, meşhur fast food restoranlarının hepsine gittim. Sonunda birinde karar kıldım...

Bizimle ilk iş görüşmesini yapan Shift Müdür o kadar ilgiliydi ki. Hoşumuza gitmişti. Bize "bey" diye hitap etmesi ilgimizi çekmişti. 16-17 yaşında çocuktuk ama beydik:) Sorduğumuz her soruya kibarlıkla cevap vermişti. Maaşı sordum. Arkadaşım şimdinin parasıyla bizim mahalledeki petshop'ta 750-800 tl bir para alıyordu.

İçimde: "Ulan Ulaş kuşçuda 750 alıyorsa; biz bu enternasyonel firmadan 1000tl rahat alırız" dedim. Hakikaten de maaş yüksekti 850-900 civarı bir şey dedi. Mm güzel sayılır evet. Her şey bitti. Fakat yeme-içme ile ilgili bir yer olduğu için sağlık raporu götürmek gerekiyordu. Yalnız herhangi bir yer değil. İlla ki onların istediği sağlık ocağı olacak. O zamanın parasıyla çok büyük bir paraydı. Bu rakam şimdinin 80-100 lirasına tekabül eder. Gidip evden para istemiştim. "Daha girmeden borca soktun, ne raporuymuş ya böyle pahalı!" diye fırçayı yedim evden.

Sağlık ocağına gittim. Bayaa berbat işler. İdrar testi, gaita testi. Gaita testi dediğine bakmayın. Ben ilk başta masum bir şey sandım. Elime küçük dondurma kupunu tutuşturdular. Kapağı da var. Tabiri caizse; "sıç. gel" dediler. Oturdum kenefte. Yok olmuyor. Meğer olmazmış. Gittim yemek yedim geldim. O gün herhalde 3-4 saatim gitti bu işlemlere. Belgeyi aldım geldim. İş başı yaptım.

Bize Introduction adı altında şeyler gösterdiler. Bir şatafat, bir şaşaa. Sanırsın hamburger yapıp, ortalığı temizlemiycez de; Sabancı da CEO olucaz:) Bu eğitimde bir de yük nasıl kaldırılır. Beli incitmeden doğru kaldırış şekilleri gösterildi. Şaşırdım. İçimden "N'alaka?!" diyorum.

İşe başladım ama çalışanlar hiç de bu dev şirketin düzeyinde değillerdi. Ankara'nın gettolarında yaşayan ne kadar berbat, apaçi tip varsa burdaydı. Kimisi patronlara olmadık şekilde yalakalık yapıyordu. Bizim mevkiimiz "staff" diye geçiyor. Yani oranın en fakirleri, en garibanları. Bizim bir üstümüzde "supervisor" diye bir gazlanmış gariban kesim var. Sonra yıldızlar arttıkça insanların güya maaşı artıyor. Maaşın arttığı filan yok. Artsa artsa 100-150tl maksimum. Fakat bu supervisor olan tipleri görmeniz gerek. Sanırsınız dünyanın hakimi bunlar. Yemeğini yedirmez, suyunu içirmez. İş var diye çişine göndermez. Bir keresinde shift müdür vardı. Allah onu kahretsin. Adam bağıra çağıra geliyor lobide üstüme doğru. Ben o zaman ciddi bir şaşkınlık içindeyim tabi. "Yahu bu yeri bildiğin apaçiler, kekolar yönetiyormuş. Bu nasıl bir sömürü sistemiymiş. Vay aq" diyorum. Hala bu halde bile şaşkın şaşkın işimi sürdürmeye çalışıyorum. "Acaba bir hata mı yaptım?!" diye düşünürken, adam delirircesine yanıma geldi.

-Sen gerizekalı mısın!!! (Direkt bu şekilde hitap ediyor!)
-Neden, ne yaptım ki?
-Oğlum duvara yaslanmışsın. Öylece bekliyorsun!
-İyi de isteyerek değil. Yorgunluktan. Dalmışım. Ayrıca 1dk bile olmamıştır böyle duralı.
-1sn bile yaslanmıycaksın. Yorulduysan eline bir bez alacaksın. bir yandan masaları sileceksin bir yandan dinleneceksin!
-????

Düşünebiliyor musunuz? Yani dinlenme bile çalışarak. Dinleneceksen masaya çaktırmadan yaslanıp, bir yandan masayı sileceksin. Yani "dinlenmeyeceksin!" diyor adam. Yaklaşık 3 hafta ancak olmuştu ama bu  fast food restoranları Türkiye'de nasıl bir sistemle yönetiliyor anlamıştım. Kapitalizm. Yani zenginlerin daha az çalışarak daha çok zengin olması. Fakirlerin daha çok çalışarak daha da fakir kalmasının en net, en somut hali;  bu yabancı, köklü fastfood restoranlarıydı işletmelerdi bence.

*************************************

İlk ay beni gece vardiyasına gönderdiler. Gece vardiyasında sistem çok saçmaydı. Mesela basitçe formülize edeyim:

Shift 8 saat olsun. Gece Shifti: 22.00-06.00

Yani sabah 6'da benim soyunma kabinine girmem gerekiyor. Fakat maalesef sistem bu şekilde işlemiyor. "Yavaş yaptığın için işini bitiremedin" 2 saat mesai yapacaksın dediler ilk gece. 4 kişiyiz. Koskoca restoranın her yerini temizledik. Tuvalet, lobi, arka bölüm, hamburgerin yapıldığı pişirme makinasının üstündeki davlumbazı, patatesin kızartıldığı watt denen naneleri bile! Fakat yavaş yapmışız. Yani 6-7 kişinin yapacağı işi 3-4 kişi yapınca haliyle bitmiyor. Fakat bunun müsebbibi az eleman çalıştıran restoran müdürü değil. Sizsiniz. Çünkü yavaşsınız. "Yavaş mıyım olm ben?!" dedim. Yooo değilim. Normal çalışıyorum. Hatta gayet hummalı bir şekilde. Hiçbirimiz yavaş değiliz. Ama bitmiyor. Onlar da biliyor zaten bitmeyeceğini. Evet mesai burada bir kural. Daha sonra anlıyoruz ki; 20.00-04.00 vardiyası da olsanız; sabah 8.00'dan önce çıkamazsınız. Sabah ekibi gelene kadar burdasınız! İnsani şartlar son derece minimal seviyede. Bir kere akşam 8'de gelip ertesi gün 09.30'da hala iç bölüme paspas attığımı bilirim. Göndermiyorlar. Eleman azmış. Gerekçe. Ankara bölge müdürü teftişe gelecekmiş. Buraların temizlenmesi gerekiyormuş. İyi de insafsızlar. 12 saattir nonstop çalıştırdınız. Bölge şefi geliyor da bana mı geliyor! En son supervisop kız ağlıyordu. Benim ağlamam gerekirken o ağlıyordu. Sonra bir şekilde işim bitti. Bitmedi de azat ettiler. Sağolsunlar:) Otobüste uyumuşum. Son durakta muavin geldi. "Genç son durak burası" dedi. Son durak. Sanki "cehennemdesin" dese aynıydı. Öyle bir uyumuşum ki...


Biraz geri döneyim. Gece shiftinde neler yaptık. Onlardan bahsedeyim:
Sabaha kadar mekanın tüm yerleri, masaları, sandalyeleri, fayansları, tuvaletlerdeki klozetleri, pisuvarları hummalı bir şekilde temizleniyor. Mesela ben hayatımda en çok klozet temizliğini burada yaptım. Öyle bir temizledim ki anlatamam. Oturdum klozetin başına. Çözücüyü döktüm. Çılgınlar gibi ovalıyorum. Karate Kid'deki gibi. Elime bezi alıyorum. Pisuvarlarun içini, dışını ovalıyorum. Tabi tüm bunları yaparken kontrole muhakkak bir supervisor geliyor. Gecenin 3'ü adam gelmiş. Bakıyor. "Berbat" diyor. Eh filan da değil bildiğin berbat!

Yani bir klozeti 20dk ovuyorum fakat adam "Berbat. Pislik içinde!" diyor. Evinde kıçını koyduğu hela ne kadar temizmiş acaba. Ben son 12 senedir öyle klozet temizlemedim. Soğudum tuvalet temizliğinden. Gören de burayı çok elit bir yer sanacak. Bir elitliği yok. Fakat çalışanlara öyle bir köle düzeni kurmuşlar ki; sen bir süre sonra buraya gelen müşterileri lord gibi görmeye başlıyorsun. Onların popolarını koyacağı, işeyip, sıçacakları yerlere hayatının 3-4 saatini veriyorsun. Hatta gene de yaranamıyorsun:)

Bir keresinde şu oturma gruplarının ayağını temizliyorum. SV gelip gelip kontrol ediyor. Olmadı. Olmadı. Hiçbir şekilde temizleyemiyorum ben. Hep pis! Onun da üstündeki müdür, müdürün de üstündeki müdür basıyor belli ki fırçayı. Kız bir süre sonra yine ağlamaya başladı. "Sen yapamıyorsun. Benim yemediğim fırça kalmıyor. Allah kahretsin" dedi. Nasıl bir saadetsizlik zinciriyse?!

Gerçekten de yapamamıştım. Ertesi gün gece vardiyasına geldim. Ömer diye bir Shift Müdür vardı. Şu kolumu dayadığım için bana bağıran herif.

-Oğlum sen ne manyak adamsın!!
-Yeter ya hakaret edip durmasana!
-Bak senin yüzünden yemediğimiz fırça kalmadı. Sabah restoran müdürü kontrol etti lobiyi...
-Ee?
-Masa ayağında susam bulmuş!
-Nası susam????
-Bildiğin susam. adam çok sinirlendi. Temizliği beğenmedi. Bugün seninle özel bir konuşma yapacakmış!
-???

Düşün. Bir tane susam buldu diye yapılan onca temizlik yok sayıldı. Onu bulan herif de. Zamanında aynı bizim gibi ırgatlık yapmış. Bunun ırgatlığından üsttekiler memnun kalmış ve lise mezunu olmasına rağmen restoran müdürü yapmışlar. Her işe başvurana bu adamı örnek gösterirlerdi: "Bak iyi çalışırsan Selim Bey gibi olursun"

Bir süre sonra Selim Bey gibi olmanın; Halley kuyruklu yıldızının dünya üzerinden tekrar gçemesi kadar imkansız bir şey olduğunu farketmiştim. Selim Bey sadece ikonik bir örnekti.

Bir gece dediler ki: "Yarın FARDAM geliyor". "Allah allah nedir acaba bu fardam?" Soruyorum. Söyleyen de yok. Gülüyor herkes. Çarşamba günüydü sanırım. Yine gece vardiyasındayız. Gerçekten geldi Fardam. Üzerinde dev puntolarla Fardam yazan bir tır geldi. Tırın arka kapağı bir açıldı. Silme erzak dolu. Yani bir restoranda tüketebileceğiniz her şey bu tırda. Kola varilleri, hamburger etleri, ekmekler, sular. İnanılacak gibi değildi. Tahminen 4 kişiyiz! 4 kişinin yapacağı işmiydi bu?! O 4 kişi telef olurdu valla sabaha kadar. Evet gerçekten de 4 kişi, amelelik eğitimi de almış olduklarına göre, onlar yapacaklardı! :)

Benimle birlikte işe giren arkadaşımın ilk Fardam macerası şöyle olmuş: Gece kapıya tır yanaşmış. "Aaa fardam bu muydu ya" demiş şaşkın şaşkın. Kapıya çıkmış. Arka kapak açılmış. Bir sürü erzak:

-Abi bu kadar malı kim çekecek. Ameleler nerede?
-(Gülerek) Ameleler birazdan gelirler yeğenim.

Gerçekten de içeriden diğer 3 amele de gelmiş. 4 olmuşlar. "Meğer bizmişiz amele" diyor çocuk. Evet. Sensin ya :))

Benim o ilk mal çektiğim gece kabustu. Bir insanın hayatında bu kadar yorulabileceği nadir işlerden biridir. Yaklaşık 5 saat mal çektik. 2 kat aşağı dimdik merdivenlerden indiriyoruz her şeyi. Allahtan müdür insaflı. 5'er dakika mola veriyor çok yorulursak. Saat sabah 4 oldu. Artık hacıyatmaz gibi sallanıyorum. Anam ağlamış, gözleri kan çanağına dönmüş. Öyle ağlamış:) Halüsinasyonlar görüyorum. Leş haldeyim. Ter-kir karışık acı bir şekilde kokuyorum. İş bitti. Biz biteli ise epey oldu. O gün insafa mı geldiler ne yaptılar. Servisi erken çağırdılar. Mesaiye bırakmadılar bizi. Servis geldi. "Rabbena'lekel Hamd!" dedim. 2 gün izin istedim. Geldiğimde herkes pek bir neşeliydi:

"Yaa işte fardam bu yeaaa eki eki"

Nasıl bir gerizekalılıksa bu. Kendilerini sömüren, ırgatlık yaptıran düzenden rahatsızlık duyacaklarına. Benim yorgunluğumla mutlu oluyorlardı:) Normal bir insan; "Ben buraya hamburger yapmaya geldim. Restoranla ilgilenmeye geldim. Fardam kendi amelesini kendi getirsin. Ben amelemiyim" demesi gerekirken. Bir de bunu restoranın trickiymiş gibi eğlence, karnaval havasına dönüştürüyor. Beni alkışladılar ya işe geldiğimde. Yani "sen de amelelik yaptın mal çektin. İşe gelemedin" diye alkış yağmuruna tutuldum. Meğer bu bir kuralmış. İlk kez mal çekeni işe geldiklerinde alkışlıyormuşlar. Olaya bak :)))

*************************************

Mesela şöyle bir olay vardı. Sistemi bilmeyenler hatırlayabildiğim kadarıyla anlatayım: Hamburger board denilen yerde yapılır. Paketlenir ve üzerindeki dakikalardan biri işaretlenir. Bir hamburgerin maksimum satış süresi 10 veya 15 dakika olmalı. Eğer o an saat 13.15 ise yelkovan 3'te olmalı. O zaman 6 işaretlenir. Kasadaki eleman o hamburgerin 13.30'da çöpe atılması gerektiğini de öğrenmiş olur. Mutlaka ürünü vermeden önce hamburgerin üzerindeki bu; bekleme süresini gösteren sayılara bakmalıdır.

Şimdi bizim çalıştığımız restoranda şöyle bir durum vardı. Hamburgerler waste olunca hamburger çöpüne atılıyordu. Bize asla verilmiyordu. Gözgöre göre çöpe gidiyordu hamburger. Başka bir restoranda ise waste olan burgerler çalışanlarca iç ediliyordu. Bunu biliyorduk. Bunu bizim restoran müdürü böyle istemişti. Mantığı şurdan kuruyor: Eğer yedirirsek; bilerek yanlış anlamış gibi hamburger yaparlar. Waste burgerimiz artar. Biz sıkıntı yaşarız.

Gece 10-11 gibi restoranın önünde recyclers (atık toplayıcılar), yoksullar, dilenciler, berduşlar bekler. İlk hafta çok garip gelmişti. Çöpleri çıkarır çıkarmaz kurcalamaya başlarlardı. Meğer bizim yiyemediğimiz waste burgerleri bekliyormuşlar. Kapışılırdı o burgerler. İşte o ilk haftamda, bir gün daha düzgün bir adam geldi. Şöyle bir diyalog yaşandı aramızda:

-Yağları ne zaman çıkarıyorsunuz
-Ne yağları?
-Patates, hamburger kızarttığınız yağları
-Bilmem sorayım


Anlamamıştım. Meğer patates, chicken, fish burger gibi tavuk ürünlerinin kızartıldığı dev watt'lardaki trans yağları istiyormuşlar. Evet şu an çoğu "trans yağ kullanmıyoruz" diyorlar. Ama o zaman vardı. İlk kez o zaman gördüm trans yağı. Margarin gibidir. Watt'a elinizle hamur gibi basarsınız. Eriyince aynı ayçiçek yağı gibi olur. Köpürmez. Altın sarısı bir rengi vardır. Ama ayçiçek yağından çok daha dayanıklıdır. Kolay kolay yanmaz. Yanmadığı için patatesleriniz lezzetlidir. Köşebaşındaki büfe gibi içinde yarım kepçe eski yağ alıp, yarım kepçe yeni yağ koymazlar böylece. Çünkü yağ yanmaz, kokmaz. İşletmeyi 15-16 saat boyunca çok iyi bir şekilde idare eder. Trans yağ bir fast food restoranı için mucize bir yağ. Ya insan kalbi için???

-Müdürüm dışarıda biri var yağları soruyor?
-Tamam yarım saat beklesin. Wattları boşaltmadık daha
(adam epey bekler. wattlardan 4-5 kova dolusu sıvı yağ çıkar. Çöplerin oraya çıkartırız. Daha yere bırakmadan elimizden alır)
-Bu yağları ne yapıyorsunuz?
-(gülerek) Bu yağlar çok kıymetli yeğenim. Bunlar çöpe atılır mı! Bunlardan neler yapılmaz ki.
-Ne yapılır mesela?
-Elini yıkadığın sabunlar nelerden yapılıyor sanıyorsun. Bunları götürüp sabun yapıcaz biz.
-???

Çok şaşırmıştım. Temizlenmek için kullandığımız katı sabunlar bu pis atık yağlardan yapılıyormuş. Sonradan biyoyakıt olarak kullanılmaya başladı. Unutmayın atık yağ her zaman çok değerlidir.

*************************************

Ay sonu geldi. Maaşları aldık. Aman allahım o da ne! Maaşım güya 850 liraydı. Deli gibi mesai yapmıştım. 1000 lira hesapladığım maaş 450-500 lira civarında gelmişti. Tam anlamıyla şok olmuştum! 1 ay geceli gündüzlü çalış. Masa ayağında susam ara, tuvaletteki pisuvarları saatlerce ov, ırgat gibi mal çek, paspat at, saatlerce tepsi yıka...Mesaiye kal...Fakat maaş kuşçuda çalışan Ulaş'ın maaşının yarısı olsun! Kabus gibi gerçekten!

Tabi bizi işe alan müdür kandırmış bizi. Bize brüt maaşları söylemiş. Bir de o çalışma süresi haftalık 40 saat çalışma süresi içinmiş. Bir de restoran müdürü ve shift müdürü ofiste oturup, bizim mesaileri kuşa çevirmişler. 30 saat mesaim 5 saate düşmüş. Başka birinin 50 saati 10 olmuş. Ya neden böyle diyoruz. Bu kadar çalıştınız. Size eksik maaş mı vericez diyorlar. Ee bariz eksik yani. Kafa da tam basmıyor. Yani aldığımız para asgariden 30 lira fazla şimdinin parasıyla. Zaten günlük 7,5 saatlik çalışma süresiyle bile 6 gün 45 saat yapar. Bir de işe girerken sağlık ocağına bayıldığım 100 kağıt ile verdiğim yol parasını düşündüm. Cebimde hepi topu 300-350 tl para vardı net olarak. Güya para kazanıyoruz.

Neyse o şoktan sonra son 15 gün nasıl geçti bilmiyorum. Arkadaşımı düşünüyorum. Ulaş'ı. Adam kuşçuda. Oturup tv izliyor. Arada bir kuşlara yem veriyor. Stres yok, bağıran yok, telaş yok, ortam huzurlu. Ama  neredeyse benden 2 kat fazla maaş alıyor. Uluslararası bir şirket değil komşu köşedeki kuşçu bir amca sahibi.

Okul başlayacaktı. Çıktım. Çıkarken yüreğim burkuldu. Gönlümün bir parçasını orada bıraktım adeta :)))))

Şimdi orada çalışan insanlara bakın. Müdürler kasadaki insanlara "sıcakkanlı olun" derler. "İyi günler efendim deyin" derler. Çoğunun morali bozuktur. Çoğu tatsızdır. Bu yazdığım yazı kapitalist sistemi tam anlamıyla yaşayan ve yaşatan fastfood restoranlarının tümü için yazılmıştır aslında. Tümünde sistem böyledir. Benim çocuğum olsa; 2 ay burada çalıştırırım. Hayatın anlamını, zorluğunu çok iyi kavrar :)

Bu yazı tüm modern kölelere ithaf edilmiştir...

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Powerade Coupons